Dejenere Bir Ütopya Olarak Disneyland

English version here

MASA kitabı için yazmıştım…

“Belki de ütopya, kendini yok etmeden asla gerçekleşemez.” David Harvey

Pilvi Takala’nın 2009 yılında ürettiği “Hakiki Pamuk Prensens” adlı çalışması Paris Disneyland’da yaptığı bir performansın video kaydından oluşuyor. Performans, dünya çapında tanınan ve anlatılan, Grimm kardeşler tarafından herkesce bilinen haline kavuşturulan ve Disney tarafından kullanım hakları satın alınarak 1937 yılında sinemaya uyarlanan Pamuk Prenses karakteri üzerinden, modern yaşam mekanlarının sınırlarını teşhir ediyor. Sanatçı, Disneyland’da izleyiciye sunulan Pamuk Prenses karakteri ile aynı kıyafeti giyerek mekanın girişinde arz-ı endam ediyor ve içeriye girmek istiyor. Bu esnada araya giren güvenlik görevlileri, korumalar, seyirciler ve onların dillendirdiği gerekçeler aracılığı ile mekandan uzaklaştırılırken, bu “uzlaşmanın” ve “yumuşamanın” merkezi olan, çatışmadan arındırılmış sistem bir anda başka bir yüzle karşımıza çıkıyor. Bastırma, kontrol ve dışlama mekanizmaları bu “ütopik” mekanda mütevazi bir müdahale ile görünür oluyor.

Bu eylemin Takala’nın daha önce Alışveriş merkezleri ve çalışma mekanları gibi günümüz toplumsal yaşamının merkezi önemdeki mekanlarında gerçekleştirdiği eylemleri de akılda tutarak okumanın gerekli olduğunu düşünüyorum (“Bag Lady 2006”, “The Trainee 2008”, “The Angels” 2008) Bu çalışmalarda da steril, mutlu, verimli çalışma, tüketim alanlarının, dışarısı ve içerisinin hem mekansal hem de zihinsel sınırlarının araya giren bir etmenle kesintiye uğramasına şahit oluruz. Özgür yaşam alanları olarak kodlanan mekanların içindeki baskı ve dışlama mekanizmaları dolaysız biçimlerde buralarda da karşımıza çıkar.

David Harvey bu mekanları “uzamsal biçim ütopyaları” olarak adlandırır Thomas More’dan Le Corbusier’e oradan modernist kent tasarımcılarına kadar olan ütopyacıların pratiklerini tanımlarken.Yeni toplumun inşaasının, onun yaşadığı çevre ve mekanın tasarımı ile gerçekleşeceği düşüncesinin yaşadığımız dönemdeki uygulayıcıları, bu söylemi, kendi ideal toplumlarını yaratmak için kullanmaya devam ediyorlar. Disneyland bu mekanların en gözalıcı örneği olarak karşımıza çıkıyor. Tabi kökten farklı bir şekilde.

Dejenere ütopya, ilk kez Luis Marin tarafından kullanılan yine Disneyland’ı örneklendirerek açıkladığı bir kavram. Disneyland, Marin’e göre ütopik bir mekandır ama dışarı ile arasına eleştirel bir mesafe koymaması yüzünden dejeneredir. Burası gündelik hayatın fantastik bir temsilidir; “mutlu, uyumlu, çatışmasız alandır; sakinleştirmek ve yumuşatmak, eğlendirmek, tarihi icat etmek, efsanevi bir geçmişe özlem duymak ve meta kültürü fetişizmini eleştirmek yerine süreğen kılmak üzere “dışarıdaki” “gerçek” dünyadan soyutlanmıştır…Bu katıksız fantazi dünyasının çeşitli uzamsal düzenleri vardır. Diyalektik yoğun gözetim ve denetim sayesinde bastırılır, istikrar ve uyum sağlanır. İç uzamsal düzenlemerle birleşen hiyerarşik otorite biçimleri, çatışmayı veya normdan sapmayı önler” (Harvey).  Bu yapısı ile ütopya içkinleştirilmş bir ideolojik söylemin temsili olarak, başta Amerikan toplumu olmak üzere günümüz neoliberal ütopyaların vücut bulduğu alışveriş merkezleri, lüks toplu konut alanları (gated community) ve eğlence merkezleri aracılığı ile toplumsal yaşamımızdaki yerini alır.

Bu içleme dışlama girişimi, sadece güncel toplumun değerlerinin içerildiği alanların değil “kötü” ve “kabul edilmez” olanın da toplumsal alandan kovulmasını, araya sınır koyulmasını ve soyutlanmasını da getirir. Girişinin çıkışının gözetim altına alındığı, içerideki faaliyetlerin denetlendiği dışarı ile sınırının katı bir şekilde çizilerek soyutlandığı başka bir “ütopik” mekandan bahsetmek bu noktada ilginç olabilir.

Hamsterdam, The Wire (HBO, 2002–08) adlı TV dizisinde uyuşturucu satıcıları için ayrılmış serbest bir bölgeye verilen isim. TV dizisi 2000 li yılların başında Batı Baltimore (ABD)’da geçer ve neoliberalleşen post-endüstriyel günümüz Amerikan kentinin gerçekci bir resmini sunar. “Gerçek yaşamın yarı-antropolojik bir yeniden kurulumu” olarak okunabilecek yapım, kentin arka sokalarında uyuşturu satıcıları ve polis arasında başlayan ve bütün kente yayılmış olan “suç”u adım adım görünür kılar. Politikacıların, emlak komisyoncuların, savcıların, sendikalacıların, kaçak göçmenlerin vs. dünyasının içinden  geçerken, kentin dönüşümünün onu var eden ilişkilerle birlikte nasıl yapılandığını ve yeniden yapılandığının izlerini süreriz.

Hamsterdam bu değişimin izlerini gözlemleyebileğimiz bir imkan sunar bize. Dizinin 3. sezonunda satışını engelleyemedikleri uyuşturucuyu yerleşim yerlerinin dışına terk edilmiş boş yerleşimlerin bulunduğu bir alana taşımak isterler polisler. Hem yerine yeni ve modern evler yapılmak için yıkılan bölgelerinin yerine yenisi bulmak için yapılacak olası savaşların önüne geçmek, hem de uyuşturucu satışının sokakların gündelik işleyişinin bir parçası olmaktan çıkarıp, bölgeyi “güvenli” bir yere dönüştürerek göçleri engellemek için en uygun ve gerekli yol olarak görünür yöneticilere. Bu “freezone”, satıcılar için polisler tarafından belirlenmiş ve koruma altına alınmış, toplumsal hayattan tecrit edilmiş bu utopik alan adını da bir satıcı tarafından uyuşturucu satışının serbest olduğu Amsterdam kentinin adının yanlış anlaşılmasından alır. Mekan, girişinin ve çıkışını polis tarafından sağlandığı, satıcı gruplar ortaya çıkacak anlaşmazlıkların yine onlar tafarından tatlıya bağlandığı, alıcıların da buraya yine polis tarafından taşındığı bir yer. Hamsterdam içinde bulunduğu kentin hukukundan, gerçekliğinden, ilişki biçimlerinden bağımsız olarak sadece uyuşturu satışı için değil yasadışı olarak kabul edilen birçok faaliyetinde merkezi hale gelir. Ta ki sınırları içerisinde işlenen bir cinayetin burayı teşhir etme tehlikesi karşısında kapatılana kadar bir ütopya-bölge olarak varlığını sürdürür.

Hamsterdam yine gündelik toplumsal yaşamın başka bir yüzünü görünür kılıyor. İdeal olandan farklı olarak “düşman” olan da yine aynı yöntemle toplumsal alanın dışına atılıyor. Sınırlar ister katı ister görünmez olsun Hakiki olmayan Pamuk Prensesin Disneyland’da girişine izin vermeyen yasa görevlisi uyuşturucu satıcısının da dışarıya çıkmasına engel olur. İkisinde de gerekçe benzer. Pamuk Prenses içeride “yanlış” birşey yapma potansiyeli yüzünden ütopik alana giremek. Hamsterdam’daki biri de dışarıda ki toplumsal düzeni rahatsız etme potansiyeli yüzünden dışarıya çıkamaz.

Bu satırı yazarken aynı zamanda da gazelerden Amerika’nın Arizona eyaletinde yasadışı göçe karşı alınan önlemlere karşı verilen tepkileri okuyorum.Güvenlik güçlerine farklı etnik kimliğe sahip olanların serbestçe sorgulama ve alıkoyma hakkından, farklı aksanı olanların ingilizce eğitim vermesinin yasaklanmasına kadar daha bunun gibi birçok göçmen karşıtı yasalar çıkarılıyor. Sınırların kalktığı, hertürlü malın, sermayenin ve faaliyetin serbestçe dolaştığı retoriğinin yanında, ABD’nin Meksika ile olan sınırının bütçesinin her yıl artırdığına vurgu yapıyor Saskia Sassen “ bu süreçte, sınırlarını ne kadar silahlandırmış olursa olsunlar güçlü ülkeler aynı zamanda güçlerinin sınırını da görünür kılarlar”

Referanslar

Louis Marin, Utopics: Spatial Play, trans. by Robert A. Vollrath, Atlantic Highlands, NJ: Humanities, 1984.

John Kraniauskas, Elasticity of demand: Reflections on The Wire, Radical Philosophy, March/April 2009.

David Harvey, Umut Mekânları, Çev.Zeynep Gambetti, Metis Yayınları, 2008.

Saskia Sassen, Is This the Way to Handle Immigration?,The Huffington Post, 2010. http://www.huffingtonpost.com/saskia-sassen/is-this-the-way-to-handle_b_550235.html



Leave a comment